SERBEST KONU - Namaz Kılmanın Kâr ve Zararı
Namaz Kılmanın Kâr ve Zararı
NAMAZ KILMANIN KÂR VE ZARARI
(Namaz kılan bir kimsenin ne kadar kârlı bir ticaret yaptığını, namaz kılmayanın ise ne kadar zarar ve ziyan içinde olduğunu beyan eder.)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدِّين
Namaz dinin direğidir. (Hadis.Bkz. Tirmizî, Iman, 8; Ibn Mace, Fiten, 12; Müsned, 5:231,237)
Namaz, ne kadar kıymetdâr ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır; hem namazsız adam, ne kadar divâne (deli,mecnun) ve zararlı olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’i anlamak istersen, şu temsili hikâyeciğe bak, gör...
Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını –herbirisine yirmidört altın verip– iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: “Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa (satın alma) ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer (tren), hem tayyare (uçak) bulunur. Sermayeye göre binilir.”
İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar (şanslı,mutlu) idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar.
Öteki hizmetkâr, bedbaht (mutsuz,kötü talihli), serseri olduğundan istasyona kadar yirmiüç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip zâyi› eder.
Bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der: “Yâhû, şu liranı bir bilete ver. Tâ bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye (uçağa) bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize (barınacak ve kalınacak yere) gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.”
Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat (geçici) bir lezzet için sefâhete (haram olan zevk ve eğlencelere) sarfetse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht (mutsuz) olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Halık’ımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri: Mütedeyyin (dindar), namazını şevk ile kılar. Diğeri: Gâfil, namazsız insanlardır. O yirmidört altın ise; yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise; Cennet’tir. O istasyon ise; kabirdir. O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit (farklı) derecede kat’ederler. Bir kısım ehl-i takvâ berk (şimşek) gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat’eder. Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise; namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfî gelir.
Acaba, yirmiüç saatini, şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl (akla aykırı) hareket eder! Zîra, bin adamın iştirâk (katılma) ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse; halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmidörtten bir malını, yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı musaddak (tasdik edilmiş) bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilâf-ı akıl (akla aykırı) ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini akıl zanneden adam anlamaz mı?
Hâlbuki: Namazda; ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır, hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir.
Hem, namaz kılanın diğer mübâh dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibka (bakiletirme,ebedi kılma) eder.
Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi,
Risale-i Nur, Dördüncü Söz